Bozo’nun pansiyonunun geceliği dokuz peniydi. Beş yüz kişiyi barındıran, büyük, kalabalık bir yerdi; berduşlar, dilenciler ve küçük çaplı suçluların toplanma noktası olarak ün yapmıştı. Tüm ırklar, siyah ve beyaz bile eşit bir şekilde kaynaşıyordu. İçeride Kızılderililer vardı ve onlarla yarım yamalak bir Urduca’yla konuşunca biri bana “tum” (Urdu dilinde, sen) diye hitap etti -Hindistan’da olsaydım tüylerimi ürpertirdi bu. Renk ön yargısının sınırları dışındaydık. Burada ilginç hayatları gözlemleyebiliyordunuz.
Geçimini -en azından çoğunlukla- sigara izmariti toplayıp otuz gramlık tütünü üç peniye satarak kazanan yetmiş yaşında bir berduş olan ihtiyar “dede”, bir suç yüzünden meslekten atılmış olan “Doktor” -gerçek bir doktordu- gazete satmanın yanı sıra birkaç peniye tıbbi öğütler veriyordu. Gemisini terk edip Londra’da günlerce yalın ayak ve aç bir şekilde dolaşmış olan ufak tefek Chittagonia’lı gemici; öylesine aciz ve çaresizdi ki bulunduğu şehrin adını bile bilmiyordu, ben düzeltene kadar kendini Liverpool’da sanıyordu.
Bozo’nun bir arkadaşı, karısının cenaze masraflarını karşılayabilmek için acıklı mektuplar yazarak dileniyor amacına ulaşınca da tek başına, çatlayana kadar margarinli ekmek ziyafeti çekiyordu. Kötü, sırtlan benzeri bir mahluktu. Onunla sohbet edince, çoğu üçkâğıtçı gibi yalanlarının büyük kısmına inandığını fark etmiştim. Pansiyon buna benzer kişiler için bir Alsatia’ydı.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.