Kuşkusuz, insan toplumsal bir varlık olarak yaratılmıştır ve onun için ilişkisiz bir yaşam düşünülemez. Hedefine ve amacına da ilişki kurmadan varamaz. Dolayısıyla insan için hayatî önem taşıyan konulardan biri, yaşamını kuşatan ilişkileri sağlam bir temel üzerine oturtmak ve onları yaratılışına uygun ve fıtratına hizmet verecek şekilde düzenlemektir.
İlişkileri düzenleme noktasında insan fıtratını ve onun gerçek ihtiyaçlarını, ancak insanı yaratan ve tüm özelliklerini bilen varlığın öğretilerine dayalı sistem göz önünde bulundurabilir. Yani insanoğlunun bu özelliği, sadece dinî ahlâk ve öğretilerde gözetilebilir.
Dinî ahlâk ve öğretilere bakıldığında, bunun dayanaktan yoksun bir söz olmadığı anlaşılacaktır. Maddî ekoller, insanın ilişki sınırlarını ve alanlarını belirlemede bile yetersiz kalmışken, söz konusu ilişkilere nasıl bir düzenleme getirebilir ve bu hususta önerilerde bulunabilir?
İlişki alanları içerisinde insanın tüm ilişkilerine yön verecek nitelikte olan ve maddî ekollerin asla dikkate almadığı en önemli husus, insanın kendi iç dünyasıyla olan ilişkisidir. İnsan genel anlamıyla çevresiyle yani doğa ve diğer insanlarla, hatta Rabbiyle ilişkisinden önce kendisiyle gerçeklere dayalı ilişki kurar ve kendisini iyi tanırsa, bu onun diğer ilişkilerine de yön verecek ve gerçek mutluluğu yönünde hareket etmesini sağlayacaktır.
İmam Ali’nin (a.s) “Kendini bilen kimse şüphesiz Rabbini bilir.“ buyruğu, özü tanımanın önemini ortaya koymaktadır. İnsan kendisiyle ilişki ve bağ kurabildiği takdirde Rabbiyle de bağ kurabilir. Rabbini unutan kimse, kuşkusuz kendisini de unutmuş olacaktır.
Ayrıca kendisiyle iyi bir ilişki oluşturamayan ve özünü tanımayan varlık, etrafındaki varlıkları nasıl tanıyabilir ve onlarla nasıl sağlıklı bir ilişki kurabilir ki?! Kendisiyle barışık olmayan, başkalarıyla da barışık olamaz!
Nefsini bilme sonucu Rabbini bilen bir insan, etrafındaki şeylere de Rabbinin eseri olarak bakar ve değer verir. Sevgi esaslı bakış açısıyla onlarla kendi arasında iyi bir ilişki oluşturur.
Nefsini tanıyan insan, hem kendine, hem kendi dışındaki varlıklara, hem de Rabbine karşı yükümlü olduğunu bilecek ve bu yönde hareket edecektir.
Kısacası diyalog ve ilişkiler bağlamında insanın gerçek konumu korunmalı, ilişkiler gerçekler üzerine kurulmalıdır. Aksi takdirde insan, yaratılışından amaçlanan maksada varamayacaktır.
Elinizdeki eserde insan ilişkileri bu bakış açısıyla irdelenmiş, insan ilişkilerini konu edinen eserlerde eşine rastlanmayan bir biçimde önce ilişki alanları ve öncelik sırası ve taşıdığı değer belirlenmiş, daha sonra her alandaki engeller ve çözüm yolları ortaya konmuştur.
Ahlâk çerçevesinde konuya ışık tutan böylesi değerli bir eseri okuyucularımızın istifadesine sunmanın sevincini yaşarken, değerli müellife ve mütercime şükranlarımızı sunar, Yüce Rabbimizden hepimize kendimizi tanıma başarısını vermesini dileriz.